22 Ekim 2010 Cuma

Şah ve Sultan



ŞAH  ve SULTAN
------------------
Bu bab İskender Pala' nın son romanı Şah ve Sultan' ı okuduğumun beyanıdır.
-----------------------------
                      Şah ve Sultan kitabını okumaya başladım. Şah İsmail  ve Yavuz Sultan Selim'in yaşamlarını şiirsel  bir dille anlatmış yazarımız. Aşk ve savaş kadar; bir yanda, teslimiyet ve bağlılık  da çok güzel işlenmiş. 15.yüzyıl Anadolu masalı gibi herşey. İskender Pala' nın anlatımı aslında beni büyüleyen. O kadar güzel ki cümleleri hayranlık uyandırıyor. Okuduğum son üç kitabın ağırlıklı konusu aşk olunca satırlardan sızan muhabbeti içimde hissediyor gibiyim. "Nefes aldığın her saniye sevgiye yürü babacığım, sevgiye yürü, taki hakikate eresin."... "Bütün inançların temeli sevgidir. Her kim bir şey veya kimseyi severse ona inanmış, boyun eğmiş, kulluk etmiş olur. Kulluk sevginin yedi derecesinden biridir ki ilk adımda dostluk başlatır. Bu dereceler ezeli "ilgi"den  doğar, ilgiyi"sevgi" takip eder. Sonra "tutku","aşk","şevk" ve "kulluk" diye devam edip ebedi "dostluk"ta nihayet bulur... "Hayat ancak sevgi ile tatlıdır ve sevgilisiz dünyada hayat sürmek beyhudedir"...
                   Ne buyursan şeha ferman senindür
                   Yolunda can u baş ferman senündür
                                                               Hıtayi

21 Ekim 2010 Perşembe

Rapunzel Geliyor


                          Aralık ayına daha çok var. İzlemezsem ölürüm. Yeni bir Rapunzel  animasyon filmi geliyor sinemalara. Jeneriğini çok sevdim. Bu gece sinemaya gittik çocuklarla. Sammy' nin Maceraları'nı izledik." Ozan Güven seslendirmesiyle" sürekli bu gündeme getiriliyor. Kaplumbağayı  falan seslendiriyor, kediyi filan seslendiriyor. Kesinlikle seslendirme çok önemli, hak veriyorum ve biliyorum işin tabi ki reklam kısmı olacak. Hoştu gerçekten bol bol okyanus dibi seyrettik. Şunu da anladım ama Avatar efsanesinden sonra hiçbir üç boyutlu film kesmiyor artık beni.
             Rapunzel masalını  sık sık anlatmışımdır öğrencilerime. Biraz acıklıdır ve çok da eğlenceli değildir ama ama ne yapalım  ki romantik bir masaldır. O zaman ne yapılacak bu masal her yeni gelen kuşağa anlatılacak. İnsan öğretmenini seviyorsa onun sevdiği masalları da sevmeli değil mi? Şaka şaka canım. Yok vallahi kimseye bir baskı yapmıyorum inanın.
             Neyse ben dört gözle bekliyorum aralığı. Rapunzel  prensi esir alıyor sanırım. Prense ise   inanılmaz muzip bir tipleme yapılmış. İşte buldum resmini, bakınız:)

18 Ekim 2010 Pazartesi

1. SINIF OKUTMAK


                  Öğrencilerin defterlerine baktım bugün yine. Tek tek,  hepsine yıldız attım, küçük notlar düştüm sevinsinler diye. Minik elleri ile nasıl yazmaya çalışıyorlar bir görseniz. "Ne zormuş bu elyazısı canım" diyorlar sanki bazen bakışları ile. Düz bir "e" yapmak varken ne öyle çengelli çengelli. Bazılarının terden avuçları nemleniyor, kimisinin küçücük dilleri dışarıda, of dercesine geriye atıyor kahküllerini minik Yaren.Yine de bırakmıyor yazmayı.
                    "Aferin çocuklar" diyorum onlara "Bu sınıftan ne yazarlar, ne şairler, ne doktorlar, ne mühendisler çıkacak ..." Bakıyorlar biraz şaşırıp. İyi bir şey söylediğimi hissediyorlar sonra. " Sizin  yazınız şahane olacak" diyorum onlara.Gösterdiğim heceyi hemen okuyan bir başkasına "Sen çok hızlı okuyacaksın kitapları" diyorum. Gülümsüyor... O da bana yetiyor.
                    Bazen korkuyorum aslında, ya okuyamazlarsa diye geçiriyorum içimden .  Aaaa diyorum iç sesime, sonra ne olacaklar bak görürsün, büyüsünler seni bile beğenmeyecekler, korkma sen. Kendimi rahatlatıyorum.
                    Gözlerine bakıyorum sonra, nasıl cinler var, nasıl pırıl pırıl  bakıyorlar. "Su mataranı askıya as" diyorum dalgın bir oğlana. "As" diye yankılıyor benim cümlemi .Gülüyor sınıf. "Arkadaşınız çok şakacı değil mi ?"diyorum, durumu toparlamak için.
                   Bazen ciddi durmam gerekiyor sınıfta. Ne yazık ki çok gülersem tepeme çıkıyorlar sonra. O yüzden   iki gülüp bir somurtuyorum arada. Bu arada eski sınıfımdaki bir grup öğrenci öbür binadan kalkıp geliyorlar her tenefüs. Onların da anlatacak ne çok şeyleri var. Branş öğretmenlerinin yaptığı herşeyi anlatmaya çalışıyorlar bana. Sınıfta kim ne demiş, derste kim konuşmuş, disipline kim gitmiş felan...Anlamıyorlar artık benim başka sevgililerim var. Kabullenemiyorlar. "Hadi geldiniz yardım edin bakalım" diyorum. Yeni öğrencilerimin yaptığı resimleri astırıyorum panoya eski öğrencilerime.  Hevesle asıyorlar. Zil çalıyor. Eskiler sınıflarına giderken yenileri gelip "Çok acıktım "diyor düğme burunlu sarı bir oğlan." Ben de, ben de" diyor diğerleri ."Beslenme yapalım mı? "diyorlar. "Hadi yapın bakalım "diyorum gülerek. "Oleyyyyy..." diye bağırıyorlar.                

11 Ekim 2010 Pazartesi

Leyladan geçme faslındayım
Mevlayı bulma yollarında
Leyladan geçme faslındayım
Mevlayı bulma yollarında
Majörler tükendi minörlere yolculuk
Buselik makamına buselik makamına
Aşk için söylenen her söze kandım
Pervane misali ateşe yandım
Gördüğüm her dilber ateştir bana
Mecazi aşka inandım güneşli havalarda
Buselik makamına buselik makamına
Buselik makamına buselik makamına
                                     Mazhar ALANSON

2 Ekim 2010 Cumartesi

              Yüksek ateşle  yatarken, sürekli burnumu çekip, gripten yaşaran gözlerimin buğusu ile,  bir elimde ıhlamur bardağı, bir elimde Ahmet Ümit ' in romanı ,kırgın ve suskun zaman geçiriyorum.
               Biraz kalkıp koltukta okumama devam edeyim diyorum. Evde herkes penyelerle dolaşırken ben kalın hırka , çorap ve polar bir battaniye ile gezinince çok komik  bir görüntü sergiliyorum. Ateşim var ama üşüyorum elimde değil.  Koridordan geçerken bir anda aynaya takılıyor gözüm. Kitabımın sayfalarına  gömülmek üzere koşuyorum içeriye. Ne iyi yapmışım da almışım bu kitabı diyorum, bizim buralara yeni geldi sanırım. Hani ilaç gibi geldi desem ,yalan olmaz. Bir kitap eğer içinde İstanbul varsa daha kıymetli oluyor benim için.