28 Ağustos 2010 Cumartesi

Gece bütün siyahlığı ile inmişti odaya. Karyolanın demirine tutunarak hafifçe vücudunu yukarı çekti. Birkaç gündür kesmediği sakalları ona daha melankolik bir hava vermişti.Dalgalı kumral saçları, ince kemikli bir yüzü vardı. Kısık gözlerini hafifçe araladı. Kumral kirpiklerinin arasından kısa bir an bakarak, baş ucundaki lambaya uzandı.


Eflatun bir ışık yayıldı odaya.

Saatlerdir yatıyor olmalıydı. Yaşadıklarını düşündü birden, sarsıldı . Bacaklarını karnına doğru çekti . Üstündeki ince örtü ile tüm bedenini sardı. Yine uyumak, yine uyumak ve her şeyi unutmak istiyordu. Hafif bir iç çekişle uykuya dalarken, ılık bir kaç damla gözyaşı yanaklarına süzüldü. Derin ve sakin bir uykuya kendini bıraktı.

Bir yaz günü başlamıştı her şey. Eskiden yazları tüm aile kaldıkları denize yakın bu ev ;çocukluğuna ait hatırladığı pek çok anısının geçtiği yerdi. O yıllarda yan sitenin çocukları ile aralarında maç yaparlardı. Uzun yaz geceleri sahile inip dondurma alırlar, ilerideki derede balık tutarlar, ormanda hamak kurup yıldızlara bakıp kızlardan konuşurlardı.

Gündüzleri bir başka hareketli geçerdi.Anneler denizden gelip küçükleri bir de evde duşun altına sokardı. Daha sonra çarçabuk hazırladıkları, kekler, kızartmalar, hamurlar ile çay eşliğinde çardağın altında sohbete başlarlardı. Kızarmış yüzünü özenle aynada inceler , her gün değişen bedenine hayret ederek el ve ayaklarına bakardı. O yıllarda pek te yakışıklı olmadığına inanır ve değişmez bir yazgıymış gibi kızlardan biraz da uzak durudu.

Ailesinin gelmeyi planlamadığı bir hafta sonu, işlerin yorgunluğunu biraz atarım diye yalnız gelmişti . Kocaman evde uyandığı ilk sabah sahile kadar bisikletle gidip alışveriş yapmış, demli bir çayla başlayan güzel bir kahvaltı ile güne başlamıştı.

                                  Umarım zaman ve mekan bulursam, devam edecek...

24 Ağustos 2010 Salı

                                             KENDİMİ OKULA HAZIRLAMA YAZISI

    Az kaldı bir süre sonra ben de çalışanlar kervanına geri döneceğim. İki aylık tatilim bitmek üzere. Herkesin zannettiği gibi üç ay değil çünkü. Eylül bir oldu mu ben en güzel kıyafetimi giyer okulumun yolunu tutarım. Karneler dağıtılır ya haziranın ortasında bizim işimiz bitmez biz o ayın sonuna kadar okula gidip gelmeye devam ederiz.
    Bu yıl birinci sınıf oluyorum. Kimler kimler başlayacak bakalım okula. Tanrım diyorum lütfen bana yardım et.Onların iyi birer insan olmalarına katkım olsun.
    Ancak ben mini mini bebelere öğretmenlik yaparken arada bir kendimi kaybedersem beni toplayın e mi.     Onlar birinci sınıf olacaklar ben onlardan çok korkuyorum. Siz hiç 35-40 tane yedi yaş ile altı saat geçirdiniz mi? Hem de haftada beş gün. Yılda dokuz ay... Of of benim dertli başım. Şimdi ben onlara dayanamam Sunay Akın şiirleri okurum. Orhan Veli' nin aşklarını anlatırım(!)Attila İlhan "Yağmur Kaçağı" derim. Herkes hayalindeki ağacı çizsin,şimdi biraz da dans edelim derim Ajda dinletirim. Alt kattaki öğretmen gelir sınıf ta ben yokum zanneder ve beni çılgınlar gibi çocukların ortasında dans ederken görür. Hayret dolu gözlerle bakar ve"Pardon hocanım, siz yoksunuz zannettim "der. Benim sınıfım her zaman okulun en yaramaz  sınıfı olur ama nedendir okul birincileri de hep aynı sınıftan çıkar.
   Beden Eğitim derslerinde beraber yakan top oynarız, mendil kapmaca ve kesinlikle miniklerle yağ satarım, bal satarım....Hemen hemen her derste bir oyun oynarız. Yoksa benim de canım sıkılır. Projeksiyonumuzu açarız, biraz VİTAMİN almamız gerek çünkü, sonra AKILLI SINIFA bakarız konumuz ile ilgili neler var diye. Sınıf içinde ortak çalışmalar yaparız en renkli kalemlerimizle. Asarız onların en küçüğünü bile panomuza...
    Bekleyin çocuklar şekerler, balonlar , küçük hediyeler ile ilk gün sizi kucaklamaya hazır öğretmeniniz şimdi biraz dinlenmede...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

ŞEHİR ve KADIN
Herkesin şehirden kaçmayı istediği şu günlerde ben  deliler gibi kendimi şehre attım. Öyle özlemişim ki  kalabalıkları işte dedim " Ben buraya aitim."
     Bir süre olsa da doğa da yaşamak bana çok iyi gelmiş. Son zamanlarda beni sıkan her şey çarşıya gidince gözüme çok şirin gözüktü birden.
     Önce kendimi aylardır gitmediğim bir güzellik salonunun önünde buldum. Ne zamandır kestirmediğim saçlarım konusunda radikal bir karar vardı kafamda. Kuaförüm beni görünce oldukça şaşırdı. Gözlerinden "Siz yaşıyor musunuz?" sorusu geçti bir an ama nazikçe hatırımı sormakla yetindi. " Ne yapıyoruz saçları?" dediğinde "Kendi rengine dönsün, önce boyayın" dedim.  "Hay hay..." dedi.Elime bir bayan magazin dergisi verdi ve ben sayfaları karıştırmaya başlamışken boya işlemi bitmişti bile. Öyle kaptırmışım ki kendimi  Ahmet Hakan'ın bayan dergisine yaptığı röportajı okurken ...
   "Evet renk aslına döndü sanırım, fön mü çekiyoruz?" dedi. "Hayır" dedim. "Kesim  olsun." "Şöyle istersen bir kat atalım, saçlara bir hareket olsun deyince, elimdeki resmi gösterdim." Katie Holmes gibi kesin" dedim.
Şaşkınca baktı, sonra toparladı. Oldukça kısa  kesilmiş bir saç göstermiştim resimde." İnan çok yakışacak, daha önce neden kestirmedim diyeceksin " dedi.
   Ameliyata hazırlanan bir oparatör gibi siyah bir kumaş çantayı tırrrrtttt... diye masaya açtı. İçinde uçları değişik biçimlerde  kesim makasları vardı. Bir tabura çekerek oturdu ve başladı kesmeye.
   Hayatta en sevmediğin şeyler nedir deseler; bir saç kestirmek, iki sütüdyoda fotoğraf çektirmek, üç  terzi de elbise diktirmek diyebilirim hemencecik. Çünkü ipler tamamen başkasını elinde. Şöyle durun, şöyle bakın, başınızı indirin, kımıldamayın, dikkat şimdi çekiyorum, son provayı alıyorum... Öf patlarım ben, sıkıntı gelir.
Of nihayet bitmişti. Neyse dayandığıma deydi. Sonuç istediğim gibi olmuştu. Sevdim bu saçları. Hem de acayip derecede hafifledim. Ensem boştu. Gerçekten neden daha önce kestirmedim ki... Yazın sıcağında o saçlarla gezdim.
   Neşeli adımlarla dışarı çıktım. Alışık olduğum üzere siyah güneş gözlüklerimi takıp ikinci soluğu çok sevdiğim bir butikte aldım. Dayanamadım  birbirinden neşeli iki tişört, bir bulüz aldım. Koşar adım köşedeki kahveciden taze çekilmiş Türk kahvesini çantama attım.
   Şimdi ramazan ve evde beni bekleyen "açları" düşündüm.Ne yapıyorlar diye bir arayayım dedim. Aman da aman beni nasıl özlerlermiş. Dört saat ortadan kayboldum, geldim klimanın karşısında simit gibi dizilmişler, kuzu gibi yatıyorlar. Halsizlikten elleri, kolları kalkmıyor tabiki...
   Neyse gece dönüş yolunda şunu düşündüm bu gün çok keyifli bir gün geçirmiştim." Uğultulu Tepeler"deki  minik eve doğru giderken, gelipte göremediğim tüm sevdiklerime geriye doğru bakıp bir el salladım. Neyse önümüzde uzun bir "kış" mevsimi var. Sinemalar, caddeler,  Kahve Dünyası  sohbetleri  ve daha sürü şey bizi bekliyor.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

                                                TATİLLER VE BİZ
  Her şey filmlerdeki gibi olsaydı. Mesala Roma Tatili filmindeki gibi. Ben Audrey Hepburn  gibi o da Grogery Peck olsaydık.
  Romantizm mi bir kenara bırakamam asla ama tatillerle ilgili gerçekleri de söylemeden edemeyeceğim.
  Düşününce karar  verdim de tatilde bir kere çok yemek yeniyor. Yiyemeseniz bile gözünüz kalıyor.
  Çocuklar arkadaş arıyor, bulamazlarsa sıkılıyor, bulsalar bir süre sonra tartışıyorlar.
  Büyükler şöyle bir uzatsam bacaklarımı da  otursam diyor. Bir türlü uzun uzadıya oturulamıyor.
  Denize girsek bir süre sonra üşüyoruz.Çıkınca güneşlensek terliyoruz.
  Tüm hamaklar siz gitmeden kapılmış.
  Oda da rutubetli, klima illaki ya bozuktur, ya da çok soğutur.
  İşten mutlaka birileri arar. İki de bir bir şeyler sorar.
 Yakın akrabalar "O tatildesiniz, vay.." muhabbeti yapar.
  Anneler "Aman yavrum arabayı hızlı sürmeyin, güzel güzel gidin, dönün" diye sıkı sıkı tembih eder." Sanki hiç gitmenizi istemezler.
 Uçakla gidiyorsanız, uçak ya rötar yapar, ya da  inişte valiz beklerken başlar ilk stres.  Bir sürü senaryo.
  Tatil diye bir şey yok aslında.
  Hani bazı insanlar derler ya "Ben aşka inanmıyorum" felan. Ben de "Tatile inanmıyorum" .
  Amaaaaa.... kaçmak ruhunuzda varsa, bir yanınız sürekli gezgin yaşıyorsa, bir kenarda her an bir yerler görmeye gidebilirim diye araştırma içindeyseniz ve vakit biriktirecek direnciniz varsa biz iflah olmayız. Evde bize rahat batar. Olsun ben gelince çamaşır yıkarım, boş duran evde tozlanıyormuş vay, valiz de taşırım, illaki gitmem gerek, her türlü duruma uyarım diyorsanız  o zaman daha çok yolculuk var bizleri bekleyen.
 Hem gideriz hem mırıldanırız. "Yollarda bulurum seni..."

6 Ağustos 2010 Cuma

                                                            YAĞMUR KAÇAĞI

                                                     elimden tut yoksa düşeceğim
                                                     yoksa bir bir yıldızlar düşecek
                                                     eğer şairsem beni tanırsan
                                                    yağmurdan korktuğumu bilirsen
                                                    gözlerim aklına gelirse
                                                    elimden tut yoksa düşeceğim
                                                   yağmur beni götürecek yoksa beni


                                                     geceleri bir çarpıntı duyarsan
                                                    telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
                                                    sarayburnu'ndan geçiyorum
                                                    akşamsa eylül'se ıslanmışsam
                                                    beni görsen belki anlayamazsın
                                                    içlenir gizli gizli ağlarsın
                                                    eğer ben yalnızsam yanılmışsam
                                                    elimden tut yoksa düşeceğim
                                                    yağmur beni götürecek yoksa beni


                                                                      ATTİLA İLHAN
       Bu gece yağmur kaçağı şiirindeki duygular ile sarmalanmışım...
       Susamışım,yalnızım  ve gözleri aklıma gelmiş...
       O bir şair ve ben onu görsem tanıyamam, şiirleri kadar uzağım ona...

            

1 Ağustos 2010 Pazar



                                                  İNTERNET CAFEDE BLOG YAZMAK
              Bu gece artık dayanamadım ve tüm planları altüst edip kendimi bir internet cafeye attım. Kimler neler yazdı meraktan ölüyordum doğrusu. Önce kendime gelen yorumlara baktım.Daha sonra sevgili takip ettiğim blogları okudum. Oh huzura erdim. Tabiki diğer çok sevgili bloglarıma da bakmayı unutmadım.
             Okudum herbir satırı buram buram ter dölerek. Buranın kapısı bile olmamasına rağmen inanılmaz sıcak bir yer. Sağımda solumda bir sürü küçük insan.Cüce değiller tabiki yaşları 10-16 arası gibi. Kimisi oyun derdinde kimisi de msnde ...
            Herşeyi bırakıp kaçtım ya ben buraya, herkesten uzak mı kalmak istedim acaba? Alışkanlıklarımı da burakacaktım ya öbür evde. Bilgisayarsız  olacaktım ne güzel. Sadece deniz, doğa, sandaletlerim ve şile bezi beyaz elbisem...
            İtiraf ediyorum yapamadım.
            Yetmiyorlar bana.
            Ben arada kaçıp bu cafeye kendimi atmalıyım. Terden erisem de yazılanları okumalıyım.
            Dışarısı cıvıl cıvıl insan seli. Tüm sahil kasabalarında olduğu gibi geceler bir başka renkli. Gündüz yüzüp sonra dinlenenler şimdi "gecelere akacaklar"...
            Bense en fazlası bir dondurma kapıp kaçacağım aralarından. Daracık yollu  ve duvarları begonvil  kaplı bahçeli evlerin arasından kendi evime doğru yüreyeceğim. "Oh" diyeceğim kendimi balkondaki şezlonga atıp "Gece ne güzel " değil mi? Kesin bir kitap okuyor olurum.
           Orman seven  erkek, deniz seven şubat kızına gülümseyecek ve bir yaz gecesi melteminde yıldızlara bakıp susacağım.