30 Haziran 2010 Çarşamba



ÇOK UZAKLARDA
Buralara çok çok uzak bir kasabada,senden ayrı on gün geçirdim.Issız ve suskun ev önce bana seni hatırlattı. Her ona döndüğümde sapasağlam,çok tanıdık ve bir okadar da yalnız. Bıraktığım yerde kalıyor; bir sonraki buluşmamızda niye gelmedin? diye sitem etmiyor. Odalarından birinde unuttuğum kolyemi aynı yerde saklamış,uzak bir şehirde başka işler ile meşgul bir kış geçirirken, ona döneceğimden habersiz tatil planları yapmışım. Oysa işte burdayım.
Kaz Dağlarının eteklerinde, zeytin ağaçlarının altında ve binlerce kişilik çekirge orkestrasının son senfonisini dinliyerek güne uyanıyorum. Dışarısı o kadar sessizki, tek bir insan yok. Yalnızca benim soluğum ve doğanın kendi sesi. Aslında bayılıyorum seslerine. Yalnız bir şartla bir tane olmayacak ; kora halinde hoşuma gidiyorlar.Saatlerce dinliyebilirim onları. Hatta bazen eşlik de ediyorum.
Bilgisayar yok,ev telefonu yok,bulaşık makinesi yok,bir iki kanal gösteren küçük bir televizyondan başka bir şey yok. En yakın internet kafeye gitmek için , zeytin ağaçlarınının içinden en az yarım saat yürümek lazım. Sadece kitap okumak istiyorum.
Okumak ve seni düşünmek. Hayatta en sevdiğim ikili.
Akşam üstleri otların üzerinde uzanmış hayal kuruyorum. Güneş gözlüğüm gözümde olduğu halde sıcaklığın yakıcılığını hissedebiliyorum. Güneş kremi kokusuna karışan çimen ve kekik kokularını algılıyorum. Sıcakta bir ara serap görüyorum. Sen uzaktan yürüyorsun. Acele ile dirseğimin üzerinde doğrulup bakıyorum , bol cepli bir pantolon giymiş ve gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmışsın. Ağaçlarının arasında yavaş yavaş kayboluyorsun.
Kumsalda hayal çocuk ile kumdan kaleler yapıyoruz. Denize girelim mi? diyor. Elele tutuşup yürüyoruz. Taşları geçince denizin dibi kum. Birbirimize su atıp,gülüyoruz . Deniz tuzlu ve güzel. Burayı seviyor musun? diyor. Gözlerimi sıkıca kapayıp açıyorum.