8 Temmuz 2010 Perşembe

                                        



                                                   SENE DE BİR GÜN

   Bir devlet dairesinde memur olan babam ve ev hanımı annemin yıllar sonra gelen en  küçük çocukları olduğum için yalnız büyüdüm sayılır. Ablam ve ağabeyim evden erken ayrıldıkları için kalabalık ailelere hep özenmişimdir. Kardeş kavgası yapmayı ise hiç öğrenemedim.Babamla aramda kırk yaş olduğu için "Ben seni kırkımda ektim." diye bana takılırdı. Annem ise erken doğurup büyüttüğü iki çocuğundan sonra benimle tekrar gencecik  bir kadın kadar  güzel ilgilenirdi.
   İnsanın birbirini bu kadar seven ebeveynleri olması şimdi bana nedense tuhaf geliyor. Bu yüzden mi bu kadar duygusalım acaba? Bu insanlar nasıl da birbirlerinin potasında bu kadar eriyip gitmişlerdi bunca yıl. Aşk tarafların süngülerini indirip  karşı tarafa gönüllü teslim olması mıydı?
  İkisinin de çok ayrı zevkleri vardı aslında. Babam spor sever, atletik yapılı ve içe dönük iken; annem çok dışa dönük, ele avuca sığmayan, çok güzel giyinen, anı yaşamayı seven bir kadındı. Yemek zevkleri de uymazdı. İçtikleri çay bile başkaydı.Çok küçük yaşlarımdan beri evde babamın ayrı bir çaydanlıkta kendisine ve bizlere hazırladığı bitki çaylarını annem ağzına sürmez; sevdiği Karadeniz çayından ödün vermezdi. Sabah uyanır uyanmaz hemen çayı ocağa koyar , beyaz peynirsiz asla kahvaltı yapmaz( şimdi benim olduğum gibi) bir ritüyel halinde bize kahvaltılar sunardı. Şimdiki gibi gidelim falan gölün kenarında kahvaltı yapalım, şurasının da kahvaltısı çok güzelmiş gibi alışkanlıklar olmadığı için özellikle hafta sonları üç kişilik kahvaltılarımız mükemmel olurdu. Çeşit çeşit ev reçelleri, beyaz peynir, siyah zeytin, tereyağ, omlet, tavada otlu peynir kızartması  olmazsa olmazlardandı. Beyaz masa örtüsünün üstünde ince belli bardaklarla içilirdi çaylar. Ekmekler sıcacık, köşesi koparılacak cinsten olurdu.
   Bu evde herkes biraz ünlü bir artiste benzerdi.Yakışıklığı ile dikkatleri üzerine çeken ağabeyim Tarık Akan, cıvıl cıvıl neşesi ve upuzun siyah saçları, çekici fiziğiyle ablam Audrey Hepborn  ,fırça gibi saçları, atletik fiziğiyle babam Cüneyt Arkın,güzelliği diller destan, kara gözlü  annem ise Türkan Şoray' dı. Benim ise küçükken neye benzer bir şey olduğum belli olmadığı için ben sadece çubuk kırakerdim.
 Annem ve babamın o kadar ayrı iki karekter olmasına rağmen  en önemli ortak noktaları sinemaya olan tutkularıydı sanırım. Evliliklerinin ilk yıllarında küçük bir  bebek olan ablamı,henüz   genç bir delikanlı olan kuzenime bırakıp sinemaya gittiklerini ailenin büyükleri anlatırdı. Bizimkiler gelene kadar  ablamı ayağında sallayan kuzenim, ikisinin çok hoş bir çift olduklarını sık sık anlatır. Çok güzel  tango yaparlarmış mesela.Ben görmedim ama dans ederlerken herkes onlara bakarmış.
    Ben küçük bir kızken ailemle çıktığımız tatillerin tadını hep hatırlarım. Uzun yol boyunca babam şarkılar söylerdi. Bunlardan en çok aklımda kalanı "Senede Bir Gün"  şarkısıydı.
                                    Gönlümde açmadan solan bir gülsün
                                    Her zaman gamlıyım her zaman üzgün
                                    Beklerim yolunu aylar boyunca
                                    Yeter ki gel bana senede bir gün

                                   Ağarsa saçlarım
                                   Solsa yanağım
                                   Adını anmaktan yansa dudağım
                                   Bu aşka canımı adayacağım
                                   Yeter ki gel bana senede bir gün
Bu güzel sözler daha minik bir kız iken aklıma öyle bir yerleşmiş ki ilk öğrendiğim şarkı olduğuna eminim.
   Yıllar sonra filmi izlediğimde de, şarkıyı her duyduğumda da, ya da söylediğimde  de  annemle babamın  yarım asırlık büyük aşklarını hatırlarım,çok duygulanırım. Şimdi bir servinin gölgesinde körfeze karşı yatan kraliçe arının aziz anısına bir fatiha yollarım...
Aşkı bilen, aşkla dolu tüm gönüllere sevgilerimle...

9 yorum:

"Sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan" dedi ki...

Aylardan Şubat, siz yazdıkça daha da bir güzelleşiyor yazdıklarınız. Ne güzel, yukarıda anlattıklarınızı eğer buraya yazmamış olsaydınız sadece yakın çevreniz tarafından bilinecekti. Sayenizde biz de nasiplenmiş olduk, çıkarımlarda bulunduk...

Ama gene de akıl öğrendiğini sanıp yaşamdan dersler çıkarır desek de, kaybettiklerimizin üzerini örtmekte pek bir ustadır. Ama kalbimiz bunları unutmaz, akıl gibi yapamaz...o unutamaz. Bazen beyaz bir masa örtüsünü, bazen üzüm karası gözleri bazen de sahibinin bile farkında olmadığı bir çift gamzeyi...
Birazdan rüzgar çıkacak sanki, yerden çöpler savrulacak, maazallah biri gözüme kaçabilir :)

Ne güzel yazmışsınız... O "z" tuşu arızalı klavyenize sağlık...
Ama itiraf edeyim ben en çok "çubuk kraker" kısmına güldüm... Evin küçüğü evin kedisidir derler, öyle bi durum mu var yoksa :)

Selamlar ,sevgiler..

Aylardan Şubat dedi ki...

Sonbahar siz küçükken çok yaramaz ve inatçı bir çocuktunuz bence.Üzgünüm yine oltaya düştünüz, yazdıklarımın kurgu olabileceği ihtimalini hep göz ardı ediyorsunuz.Desemki ben evin tek çocuğuyum, yukarıda yazdıklarım ise sadece hayal...
Gerçek olmak isteseydik; siz Tomrukcan, ben Aylardan Şubat, bir başkası Nessuno olmazdık. Çıkarımlarda bulunun ve yorumlarınızdan beni ihmal etmeyin ama yazdıklarımın çoğunun gerçek olmadığını da hatırlayın olur mu?
Hayaller ötesi güzel günler dilerim.

"Sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan" dedi ki...

Tomrukcan hayal değil ama :)) Kim olduğunu son yazısında açıkladı. Kendisi bir sokak tavşanıdır :)

Varsayalım dediğiniz gibi... Yazdıklarınızın hepsi hayal olsun... ama o "hayaller" size belkide bu yazıyı yazdıracak kadar gerçeklik algısı yaratmış olamaz mı? Ya da böyle bir gerçeğe özlem de olabilir mi? Ya da B şıkkı, hepbiri... Yok en iyisi "çoktan seçmeli" ya da "çoktan vaz geçmeli" olsun... Tek seçenekli olmasın...

Neyse, olsun ama, "çubuk kraker" konusundaki fikrim değişmedi...

Selamlar , sevgiler

pasban dedi ki...

Merhaba,

Eğer yazdıklarınızda az da olsa gerçeklik payı varsa ne mutlu size.Muhakkak yaşanmışlığın bir payı var ki,bu kadar güzel anlatmışsınız.
Belki de en ilginç tarafı yeşilçamla kuşatılmış bir dünyada çubuk kraker olmaktır kimbiliir.Aslında çubuk kraker olmak o kadar da kötü olmasa gerek.
Her şey bir yana yazınız enfes olmuş.Gerek öyküleme tekniğiniz, gerekse anlatım biçiminiz iyi uyum sağlamış.Elinize,(Yoksa meşhur! klavyenize mi demeliydim) yüreğinize sağlık.

Yeni yazılarınızı bekliyorum.

"Sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan" dedi ki...

"Şimdi bir servinin gölgesinde körfeze karşı yatan kraliçe arının..."

Bahsi geçen kraliçe arı bir yorumda da karşımıza çıkmıştı... O da mı hayaldi sevgili Aylardan Şubat? Hııı?

Cem Yılmaz'ın dediği gibi: "Birbirimizi kandırmayalım, hepimiz cips yiyen insanlarız" :)))))

Selamlar, sevgiler

Aylardan Şubat dedi ki...

MERHABA sonbahar,
Yazdığınız yorumlar beni güldürmeye devam ediyor. Her şey hayal demedim ki... Sizin gibi blogu iyi takip eden birisi tabiki küçük ipuçları yakalayacaktır. Bu konu da saygı duyuyorum size beni gerçekten dikkatle takip ediyorsunuz.
Tavşanlar için çubuk krekerler iyi birer besin olabilir. KITIR, KITIR, KITIR...

Aylardan Şubat dedi ki...

Pasban,
Öncelikle isminizin manasını bize yazsanız da bir öğrensek. Yazımı beğenmeniz ne güzel. Ben de sizin yazılarınızı takip ediyorum. Daha sık yazabilmeniz güzel olurdu.

Teşekkürler...

OYA dedi ki...

yaziniz beni icine aldi;cok seker olmus....sevgiyle kalin...

Aylardan Şubat dedi ki...

Merhaba Oya,
Yazımda kendinizden bir şeyler bulduysanız çok mutlu oldum. Yeni yorumlarınızı bekliyorum.
Sevgilerimle...